ciddiyet sahibi yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ciddiyet sahibi yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Şubat 2014 Pazar

KATİL KİM?


Biliyoruz hepimiz;PKK lideri Abdullah Öcalan için "bebek katili"şeklinde bir lakap üretilmiştir. Onun hala bu sıfatla anılmasını isteyen, hatta aynı deyimi kullanmıyoruz diye bize sırtını dönen çok insan var. Benim burada sözkonusu kişinin bebek katili olup olmadığını tartışmak değil amacım. Başka bir "bebek katilini" gündeme getirmek istiyorum... 

Hatırlarsanız İzmit'te bir kadın öğretmen, isteği dışında doğurduğu bir bebeği evde bırakmış ve 9 günlük kurban bayramı tatiline çıkmıştı. Bebek de aşırı sıvı kaybından ölmüştü. Kadın, şu son zamanlarda rüşvet ve yolsuzluğu mazur göstermeye çalışan bir kısım medya tarafından canavar, vicdansız, alçak ilan edilmişti. Ceza mahkemesinde kadın sanık olarak yargılanırken, bu istenmeyen gebeliğin sorumlusu olan biyolojik babaya da mahkeme tarafın mağdur sıfatı atfedildi. Mahkemeye göre kadın bir canavar ve bu sebeple en yüksek cezayı alması gerekiyor. Kadın, bebeğe bakması için Eylem adında bir arkadaşını tembihlediğini söylemiş. Mahkemenin araştırması sonucunda Eylem adlı birinin varolmadığı anlaşılmış. Kadının suçunu hafifletip daha düşük bir ceza almasına bile imkan yok. Çünkü herkes mağdur o canavar!..

Ne var ki en iyi polisiyelerde gösterildiği gibi "gerçek ayrıntıda gizlidir.. "Dava dosyasında mahkeme heyetinin kaale almadığı bir belge var. Kadın, biyolojik babası tarafından da istenmeyen bu gebeliği sonlandırmak için kürtaj olmak istemiş. Fakat iki yıl önce çıkan kürtaj yasasına göre bebek 2,5 aylık olduğu için kürtaj yapılmamış. Bir de başvurusu kayıt altına alındığı için eğer yasadışı kürtaj yaptırırsa, yeni yasaya göre suç işlemiş olacağı söylenmiş kendisine...
Şimdi bir defa daha soralım katıl kim? Elbette kadın katil, bu çok açık. Peki başka katil yok mu? Kürtaj cinayettir diye demagoji yapıp muhafazakar kitlenin sırtını sıvazlayarak bu yasayı çıkararak bir kadını bu kadar çaresiz bırakanlar katil değil mi? Buna alkış tutup, geleneksel ahlaki kurallara uymadığı için bütün kabağın kadının başına patlamasına neden olanların bu cinayetten payı yok mu? Kendi sebep olduğu davranışla kadını hamile bırakıp doğacak çocuk için hiç bir sorumluluk üstlenmeyen biyolojik baba katil mi mağdur mu? Elbette cinayeti kadın işlemiş ama bunun için cinayet yollarına kırmızı halıyı kimler döşemiş?

Sadece bu olay değil. Son günlerde ormanlık alana terk edilip ölümüne neden olan bir kadın, polis tarafından yakalandı. Yine istenmeyen gebelik, yine kadını kaderiyle başbaşa bırakan "mağdur " biyolojik baba,yine kürtaja engel olan yasa...

Zamanında bu kürtaj yasasının yol açacağı trajedileri sezmiş ve kürtaj yasasına şiddetle karşı çıkmıştım. Haklı çıkmamayı o kadar isterdim ki...

Bir kez daha soruyorum katıl kim? Katil belli olmasına belli de, ilk taşı hiç günahı olmayan kimse o atsın..
Ben bir tane günahsız buldum. O da bu olayın mağduru bebektir. Onun dışında malesef yok günahsız olan...

9 Aralık 2011 Cuma

İnternet filtresi işbaşında!...


İnternet filtresi çalışmaya başladı."çocukların" beyinlerine,dünyayı anlama çabalarına filtre.Darwin de porno ile iştigal eden sitelerle aynı kefeye konuldu.Yaşlı başlı Darwin,doğa üzerine sayısız araştırmalar yapıp sağlam bilimsel teorilere varmış bir bilim adamı değil,her türlü fanteziye açık bir porno oyuncusu artık!...Darwin'i  aynı anda üç beş azgın kadını doyuma ulaştırıp yine de bana mısın demeyen bir porno oyuncusu olarak hayal etmeye çalışıyorum.Yaşlı Adamı önce küçümsüyor,alaya alıyor o azgın kadınlar..Sonra  Darwin pantalonu indirip "ya Allah" diyerek girişiyor o hiç inmeyen pipisi ile bu azgın fahişelere...Kadın,Darwin'in altında inim inim inlerken "ohhh..maymunum,erectusum,neandertalim" diyor.Bu adamların kafasındaki Darwin böyle birşey olmalı.Sabi sübyanları sapkınca fikirlerle zehirleyerek baştan çıkaran,onları zevk ve şehvet uçurumlarında sonu gemez arayışlara iten bir şeytan.Oysa Darwin'i yadsımak,bütün biyoloji bilimini yadsımak değilse ne?Biyolojinin hiçbir alt dalı evrim teorisi olmadan düşünülemeyecek kadar iç içe geçmiştir onunla.Darwinci evrim teorisine alternatif olduğu söylenen yaradılış teorisinin dünyayı açıklamak varoluşu anlamlandırmak gibi bir derdinin olmadığı,sadece bir takım dogmaları herhangi bir bilimsel temele dayanmadan doğrulamak amacını güden bir safsatadan başka bir şey olmadığını yakın zamanlarda katolik kilisesi bile anladı.Ama bizimkiler inatla bunun peşinden gidiyorlar.Gerçeği görmekte inat etmeseler, hücre teorisinin de ,genetiğin de,moleküer biyolojinin de evrim teorisi ile iç içe geçmiş olduğunu,evrim teorisinin diğer teorilerden soyutlanamayacağını anlarladı.Bu kafa,bu zihniyet bana kalırsa islam  dinine de zarar veriyor.Çünkü çağımızda din ile  bilim bu şekilde düşmanlık halinde değil,birbirine karşı anlayış içinde olması lazım...

2 Kasım 2011 Çarşamba

13 yaşındaki N.Ç.'ye Tecavüz Davası


Böyle bir kararı hazmedemiyoruz.Çünkü 13 yaşında bir kızın tecavüz davası,yalnızca kendi davası olamaz;toplumumuzun davasıdır bu.Bir toplum olarak adalet önünde verdiğimiz bir sınavın davası.Bu sınav nedeni ile N.Ç'nin davasına insan hakları örgütleri,sivil toplum kuruluşları sahip çıkmıştır.Davanın bu şekilde sahiplenilmesi ve mahkeme üyeleri üzerinde manevi baskı oluşturacak şekilde kampanyalar yapılması,adil yargılama ilkesini zedelemez.Tam tersine bu baskı,adaletin yerine gelmesini sağlayabilir.Çünkü N.Ç.'nin davasında adalet Tanrıçasının gözleri bağlı olarak vereceği karar,adaletsiz olacaktır.Çünkü mağdur bir çocuktur.Bir çocuğun bu olaylar neticesinde yaşayabileceği büyük travmayı hayal etmeden,bu travmanın bütün etkileri hesaba katılmadan,yani gözünü alabildiğine açmadan ,adil bir karar vermek olanaksızdır.Oysa N.Ç..'nin davasında yerel mahkeme ve yüksek mahkeme yargıçları ısrarla gözlerini kapatmışlardır.Yalnızca gözlerini kapatmamışlar,kulaklarını da tıkamışlardır.Aldıkları tepki karşısında Yargıtay bir açıklama yaptı:Suç fiillerinin eski ceza yasası döneminde işlendiğinden bu yasa hükümlerine göre ceza vermek zorunda kaldıklarını,yeni yasa hükümleri uygulansa cezanın daha ağır olacağını söylediler.Oysa bu,"su nerede?inek içti!İnek nerede?Dağa kaçtı!" demekten farksızdır.Çünkü bu davada,uygulanan ceza hükümlerinde değil,delillerin değerlendirilmesinde bir sorun vardı.Yerel mahkeme ve yargıtay,mağdurun rızası olduğuna kanaat getirmişlerdi!.Oysa N.Ç.'nin etrafında öyle sistemli bir fuhuş mafyası organize olmuştur ki,13 yaşında bir kızın bütün bu baskı karşısında rıza olmasının kabulü olanaksızdır.Üstelik mağdur,devlet koruması için Sosyal Hizmetlerin hmayesine alındığında perişan halde olduğu,oturmakta güçlük çektiği ve çok sayıda ameliyat olduğu soruşturma kayıtlarına girmiştir.Ayrıca küçüğe tecavüz,etkisi zaman içinde açığa çıkan bir fiildir.Yalnızca fiilin gerçekleştiği tarihin esas alınması kabul edilemez.

"Mağdurun rızası vardı " biçimindeki bir mantık,adaleti yerine getirenlerde değil,çocuk tecavüzcülerinde karşılaşıldığında normal karşılanması gereken bir zihniyetin ifadesi olmalıdır.Burada "adaleti yerine getirenler tecavüzcüler gibi düşünüyor" demek mümkün değil elbette.Yine de tecavüzcülerle "adalet dağıtıcıların" düşünme tarzını birbirine yaklaştıran ortak bir zihniyet dünyasının varlığından söz etmek konu dışına çıkmak anlamına gelmez.Erkek egemen bir zihniyet dünyasıdır bu.Yasalar yapılarken ve adalet uygulanırken bile kadınların özgürlüklerinin ve varolma haklarının pek hesaba katılmadığı bir zihniyet dünyası.Bu, Adaleti çiğneyenler ve adaleti uygulayanların bilerek ya da bilmeyerek suç ortaklığı yaptıkları bir dünyadır.Böyle bir zihniyet dünyası olmasa idi,bu suçu işleyenler ve iştirak edenler,bildiğimiz sabıkalı ve suça eğilimli kişiler olurlardı,N.Ç.'nin davasında olduğu gibi  bürokratlar,bankacılar ya da rütbeli askerler değil...

N.Ç.'nin başına gelen bu olayla "kürt" sorunu dediğimiz olgu arasında benzerlikler olduğunu söylemek de aşırı bir yorum değildir kanımca.Çünkü N.Ç.'nin tecavüze uğradığı Mardin,tecavüze uğrayanların ailesi tarafından katledilmesinin gelenek olduğu bir yerdir.Böyle bir yerde onlarca kişinin tecavüzüne uğradığı halde ailesinin bunlara göz yumması akla ve tecrübeye uymayan bir durumdur.Fakat tecavüzcü kişilerin, içlerinde asker kişiler de bulunan bölgenin önemli bürokratları olması,cinsel sömürü  ve istismar olaylarının sistematik olduğu ve mafya benzeri bir yapılanma ile icra edildiğini düşündürüyor.Ayrıca bu tip bir cinsel sömürü sisteminin bölgede yaygın olabileceğini de akla getiriyor.Böyle ise,kimsenin bu olayı kürt sorunundan ayrı değerlendirilmesini söylemeye hakkı yoktur.Devletimizin o bölgede mağdurları koruma ve himaye etme üzerine bir egemenlik kurmamış olduğunu,mağdurların ve güçsüzlerin sömürülmesi üzerine kurulu vahşi yarı feodal sisteme suç ortaklığı ettiğini göstermektedir.Belki de Türk devletinin egemenliğinin buralarda sürekli sallanmasının nedenini de tam burada aramak lazımdır : Bürokrasisi,askeri ve adalet sistemi ile "mağdurların devleti" olamamasında...





18 Eylül 2011 Pazar

Kemal Recep'i öpücek mi?Öpmicek mi?

Kılıçdaroğlu,Gazze'ye gönderilen gemilere,Gazze limanına kadar Türk savaş gemileri eşlik ederse Erdoğan'ın alnından öpeceğini söylemişti.Erdoğan'da "Onun o lekeli dudağına alnımızı uzatmayız" demişti.Kılıçdaroğlu Penguen dergisinin kapağında olduğu gibi ağız kokusu giderici sprey falan mı sıkıyor ağzına,bilemeyiz.Kılıçdaroğlu reddedilmiş olmasına çok bozulmuş olabilir fakat hemen akabinde Erdoğan'ı öpmesine fırsat yaratacak bir olay ortaya çıktı.Hükümet MİT vasıtası ile PKK ile gizli görüşmeler yaptığı internet ortamında ifşa oldu.Daha önce Kılıçdaroğlu,hükümetin PKK'lılar ile gayri resmi görüşmeler yaptığını öne sürmüş,fakat Erdoğan "ispat edemeyen şerefsizdir" demişti..Eee şimdi ne olacak?Kılıçdaroğlu Erdoğan'ı öpecek mi?Karaketörcünüzün bu konuda ne düşündüğünü merak eden varsa söyleyelim:Devletin ve hükümetin PKK'lılarla gizli görüşmeler yapması değildir çirkin olan şey...Kamuoyu önünde sergilenen riyarkarlıktır.Bu Riyakarlığı iktidardaki parti de ana muhalefet de yapmaktadır.Devlet eskiden beri PKK ile gizli görüşmeler pazarlıklar yapmaktadır ve Bu durumu muhalefet partileri de bilmektedir.Ama kamuoyu önünde "biz onları asla muhatap almayız" mealinde ikiyüzlü bir tavır sergilenmektedir.Devlet pazarlık yapmaktadır çünkü bu savaş 30 yıldır sürmektedir . Devlet hukuku,adaleti,insan haklarını çiğneyecek her şeyi yaptığı halde PKK'yı dize getirememiştir.Ne kadar şiddete başvurulursa başvursun şiddet artmışrır.Olayları azaltmak uğruna Pkk'dan daha da kanlı Jitem gibi gizli örgütler kurulmuş,fakat olayları daha da büyütme dışında bir sonuç elde edilememiştir.Bu şartlarda daha çok kan akmaması için karşı tarafla görüşmeler pazarlıklar yapılması doğal bir sonuçtur.Gel gör ki bunlar kamuoyundan saklanmakta,insanlara asla taviz verilmeden bu savaşın yürütüldüğü yalanı söylenmektedir.Muhalefet de bilmektedir görüşmeler yapıldığını,başka türlüsünün de mümkün olmadığını,fakat bu konuyu Hükümeti sıkıştırmak için istismar etmekten kaçınmamaktadır.Çünkü görüşme,pazarlık gibi karşı tarafın muhatap alındığını gösteren şeyler,oy kaybettirecek faaliyetlerdir.Kürt sorununa kalıcı bir çözüm getirmek için,kalıcı bir barışın temellerini sağlamak için, atılacak her ciddi adım oy kaybına neden olacaktır.Çünkü bu ülkede milliyetçilik,milli duygular,şöven hisler ,sürekli tırmandırılmış,siyasal rant kaynağı haline getirilmştir.Bu sorunun şöven bir milliyetçilik anlayışı ile çözülemeyeceği,geçen 30 küsür yılda ayan beyan ortaya çıkmış olmasına rağmen,atılacak adımlar oy kaybı da getireceğinden,bu iki yüzlü oyuna devam edilmektedir.Bir kez daha hatırlatalım :"İnsanlarımızı kaybetmektense oy kaybetmeyi göze alırım" diyebilecek bir vizyona sahip olan bir anlayış dışında kimse çözemez Kürt sorununu.Bu nedenle, bize göre hükümetin gizli görüşmeler yapması değil,bunun sürekli kamuoyundan saklanması,sahnede böylesine bir riyakar oyun oynanmasıdır asıl çirkin olan...

12 Eylül 2011 Pazartesi

Tayyip ile Kemal Facebookta!..



Recep ile Kemal'in arasındaki büyük kıvılcıma tanıklık etti dünyamız.Gazze'ye gönderilecek yardım gemilerine Uluslararası sularda Türk savaş genilerinin eşlik edeceğini söylüyordu Başbakan..İsrail yine saldırmaya kalkarsa bunu açıkça savaş ilanı sayacaktı Türk Devleti.Kılıçdaroğlu ise fırsatı kaçırmayıp sıkıştırmak istedi Başbakanı.."Türk Savaş gemileri Gazze limanına kadar eşlik ederse alnından öpeceğim seni" dedi.Sonrasını,""öptürmem.." "banane banane" tarafını biliyoruz..İronik olan tarafı ise,bizim sık sık PKK kamplarını yerle bir etmek için Kuzey Irak'ı bombalamamız.Peki İsrail'in yaptığı şeyi farklı kılan ne idi?Bizim sütten çıkma ak kaşık gibi mazlum babası pozlarına bürünmemizin?"Kuzey Iraktakiler terörist kampı bizimkilere göre...İyi ama İsrail'de bütün yaptıklarını "Terörle mücadele" doktrinine dayandırmıyor muydu?Başbakana ve onu alkışlayanlara göre "o başka o başka.."İyi de gel hele.Bunları farklı şeyler kılan ne?


İsrail köpeği ile aramızın bozulmuş olmasına sevindik Karaketörcü olarak.Fakat kendi içimizdeki Kürt sorununu çözmeden böyle savaş dayılanmalarını esefle,hayretle,tüylerimiz diken diken karşıladığımızı belirtmek istiyoruz.Kendi kimliklerini özgürce yaşamak isteyen vatandaşlarımızı ayrım yapmadan ezdiğimizi,hukuk ve adalet kavramlarını bir kenara bıraktıp terörle mücadele adına her şeyi mübah saydığımızı aklımızdan çıkarmak istemioruz.

Sayın Erdoğan,"o farklı bu farklı" diye demagoji yapma !Bu çelişkiyi sokacaklar bir gün gözümüze o zaman mızmızlık yapma.Biliyoruz Türkiye'de bir iktidar partisi oy kaybetmeyi göze almadan Kürt sorununu çözecek ciddi adımlar atamaz.Eğer delikanlıysan İnsanlarımızı kaybetmeyi değil oy kaybetmeyi göze alıp gereken adımları at.Ortadoğu ve Müslüman aleminin lideri olmaya çok gönül indirme,keza bu işin sonunda savaş felaketine sürüklenmek gibi bir büyük risk var.Kemal bey,sen de lütfen gaz vereceğim diye gaza gelme.Şunu bil ki,iktidarda ve muhalefette olanlar bu Kürt sorununu çözemedikleri için çok ahını alıyorlar anaların.Orta doğu bir kibrit çakımı ile alev alacak duruma doğru giderken,sakın gaz vermeye kalkma...Bunun vebalinin altından kalkamazsın kolay kolay....


Sahiller ve plajlar partisi lideri Kılıçdarzade Gandi Kemal..Alnından öpmek isteyip reddolunduktan sonraki hali....

23 Haziran 2011 Perşembe

Harakiri Dergisi nasıl kapatıldı!


Harakiri Dergisi üçüncü sayısında iflas etti,kapanmaya mecbur kaldı!...Kutlukhan Perker'in yönetimindeki mizah dergisinin adını ilk kez,Muzır Kurulu tarafından "müstehçen" bulunup poşete sokulma kararı alındığında duymuştum.12 eylül döneminin en gerici kurumlaşmalarından olan muzır kurulu(küçükleri muzır neşriyattan koruma kurulu),basın özgürlüğüne ve düşünce özgürlüğüne yaptığı tehditlerle bu güne kadar çokça tartışma yarattı.Dünyanın demokratik ülkelerinde serbestçe yayımlanan kitaplar bu kurulca muzır bulunup toplatıldı.Fakat bunca tartışılmasına karşın,muhafazakar iktidarlar bu kuruldan vazgeçmek istemedi. İlk defa bir mizah dergisi poşete konulmak istendi.Çünkü şimdiye kadar mizah dergilerine karşı üstü kapalı bir hoşgörü vardı.Mizah dergilerindeki çıplaklık da,küfürlü argolu sözler de,bu hoşgörü sayesinde,ama belki de mizahın ciddiye alınmak istenmemesi nedeniyle,müstehçen sayılmamıştı.Fakat AKP iktidarda palazlandıkça mizah dergilerine karşı gösterilmiş olan müsamaha da ortadan kalkıyor gibi.Muhafazakar bir iktidarla demokratlığın,hoşgörü ve uzlaşmacılığın nereye kadar yan yana durabildiğini de zamanla daha iyi göreceğiz.Harakiri'nin iflasının nedeni ise, muzır kurulunun cezai yaptırımlarıymış!...İlk dergiyi poşete koyma kararı alındıktan sonra bu karar tebliğ edilmeden ikinci sayısı dağıtıldığı için para cezasına çarptırılmış.Bu para cezası 100.000 lirayı buluyormuş. Bu parayı karşılayamayacaklarını anlayan Dergi yönetimi,yayına son verme kararı almış.2. Sayısını görmüştüm.Pek komik değildi,ama özenli bir dergi idi.İleride popüler mizah için düzeyli bir çizgi oluşturabilecek bir izlenim yaratmıştı.Şimdiki mizah dergileri gibi karmakarışık ve özensiz değillerdi en azından.Bu dergiyi müstehçen saymak,mizah düşmanlığından başka bir şey değildi,ama bu da oldu.

Bu da bizim muzır kuruluna,poşete sokulma kararı alınan yayınların poşetlerinin nasıl olacağı konusunda naçizane tavsiyemizdir...





haber kaynağı için tıklayınız

18 Haziran 2011 Cumartesi

Geçmiş Zaman Olur ki...



Uploaded with ImageShack.us

Bir yerden hatırladınız mı bu karikatürü?Bunu ben çizdim çizmesine;ama buluş bana ait değil.İlk kimin çizdiğini bilmediğim,ama değişik çizerler tarafından tekrar tekrar çizilmiş bir karikatür...Ta çocukluğumdan hatırlıyorum..Ne gülmüştüm!..Aradan geçen zamana rağmen bir şey kaybetmemiş komikliğinden.Başka başka çizerler tarafından tekrar çizilip yeniden üretildiğine göre bunu görüp sevenler unutulmasını istemiyor olmalılar benim gibi...Ben unutmuştum aslında,teyze kızı hatırlatmıştı bana,"böyle bir karikatür vardı,hatırlıyor musun abicim?" demişti.Bunun unutulmasının haksızlık olacağına inandığım için yeniden çizdim.Eskiden gülüp geçerdim,altı üstü bir karikatürdü o zamanlar benim için.Ama artık neden komik olduğunun da cevabını bulmak zorunda hissediyorum kendimi.

İntihar acı bir olay,her zaman hüzün yaratır,ama burada işin komik bir tarafı da olabileceği izlenimi yaratılmış.Balonla intihar eden balığın davranışının,adamınki ile mükemmel bir simetri halinde olması,belki de komikliğin başlıca nedenidir.Sanki şaka yapar gibi bir anda suyun içinden çıkıp adamın yaratacağı ızdırabı dengeleyen bir kuvvet gibi balık..Adam taşın ağırlığı ile dibi boylayacak..Yalnızca ölümü değil ruhun çöküşü ve sağlıklı bir psikolojinin alt üst olmasını da simgeliyor taş.Oysa bunun tam karşıtı olan şey,yani hafiflik , bir balık tarafından aynı amaçla kullanılıyor!Denge ve simetri diye düşünüyorum buradaki komikliğin nedeni...Mizah, güldürürken dünyayı toz pembe bir şey yapmıyor,ama sertin karşısına yumuşağı,ağırın karşısına hafifi koyarak dengesi bozulmuş dünyaya denge getirmeye çalışıyor.Yeryüzünü katlanılır bir yer haline getiriyor...




Uploaded with ImageShack.us

Bu da 25 yıl öncesinin bir Hasan Kaçan karikatürü..Üstat bir zamanlar böyle birşey çizmiş olduğunu unutmuştur muhtemelen,ama görse idi hatırlardı..Keşke görse bunu,ne sürpriz olurdu kendisine!Koca burunlu adam ve kadınlarını sevmeyen var mıydı bilmem ki Hasan Kaçan'ın?Tanıyanlar kendisinin gündelik hayatta da oldukça komik bir adam olduğunu söylüyorlar.İlk mizah dergisi okumaya başladığım zamanların hatırası bir karikatür..O zamanlar şimdikiler gibi pipisi falan çizilmezdi adamların.Bu sınırlama karikatürdeki komikliği azaltma bir yana artırmış.Sanki gerçekten de elbisesi ve pipisi olmayan bir insan türü varmış gibi bir durum oluşmuş burada.Pipisini teşhir eden öteki adamsa,besbelli bundan büyük gurur duyuyor.Fakat pipisi ve giysileri olmayan adam öyle bir cevap veriyor ki,teşhirci dehşet içinde,yaptığına yapacağına pişman bir vaziyette kaçıyor.

O zaman gülüp geçtiğim bu karikatür üzerinde şimdi biraz düşününce,pipisi ve elbiseleri olmayan adamın toplumun kıyısına savrulmuş,iktidardan yoksun bırakılmış,kaybedecek zincirleri bile olmayan insanları simgeleyen bir figür olabileceğini düşünüyorum...Teşhirci adamsa zenginlik,güç ve iktidar sahiplerinin tarafında duruyor.Adamın teşhirine karşı elbisesiz ve pipisiz adam,kaybedecek şeyi olmayanlar nasıl davranıyorsa,öyle davranıyor :Derisinin altındakini,ölümün ve hiçliğin ürkütücülüğünü gösteriyor.

Hasan Kaçan bu karikatürü çizerken oturup bunları düşünmedi elbet.Tıpkı Karacaoğlan'ın dizelerini yazarken aruz ve ölçü kurallarını kitabi olarak bilmek zorunda olmadığı gibi.Ama o,kaybedenleri iyi tanıyan bir adamdı..UNUTMAMALI Kİ,KARİKATÜR ASLA SADECE BİR KARİKATÜR DEĞİLDİR...

29 Mayıs 2011 Pazar

Sevgili Cihan Demirci



Uploaded with ImageShack.us

Bu yıl tarihini tam hatırlamıyorum,bir kaç ay önce idi sanırım.Akçakoca'ya Cihan Demirci gelmişti,tanışma fırsatım oldu.Karikatür çizmeye çok geç başladığım için(topu topu birkaç yıl)bu gezgin adamla tanışmamıştım daha önce.Tanışmanızı tavsiye ederim ısrarla,yakınlarınıza gelirse sergi ya da söyleşi için,mutlaka gidiniz.Cihan Demirci yalnızca iyi bir çizer değil,aydın kimliğini de üzerinde onurla taşıyan örnek bir insan.Yılların birikimi ve deneyimi ile çarpıcı bir Türkiye profili sunmuştu söyleşisinde.Bize şaka gibi gelen bir çok şeyin canlı tanığı,yakın gözlemcisi idi.Cihan Demirci "gezginliği" sayesinde karikatür camiasında önemli bir fark yaratıyor.Kendi içinde kapalı bir tarikat izlenimi veren karikatür dergisi çevrelerine karşı o,gülmece sanatımızla toplum arasındaki ilişkinin daima sıcak kalmasını sağlayan bir görev üstlenmiş adeta.Onunla sohbet etmek bana çok şey kattı.Sen çok yaşa, varol,daima genç kal Cihan Demirci...

14 Nisan 2011 Perşembe

Bobiler Örg'ün yeni iğrençlik klasiği :Ağlama Duvarı!...

Photoshop, gif maker ya da premierre gibi programları kullanmayı iyi kötü becerebiliyor,hatta bir takım amatörce sanatsal çalışmalar yapıyorsanız bobiler.org adlı sitenin adını duymuş olma ihtimaliniz yüksek.Bilmeyenler için basitçe açıklama gerekirse,amatör çizerlerin,webmaster ya da reklamcıların ticari amaç gütmeyen yapıtlarını yayımladıkları bir site Bobiler.org.Daha önce adı embesil.org imiş...Çok başarılı olup büyük bir ziyaretçi kitlesi kazanmş bir site.Her gün onlarca,yüzlerce "monte" yayımlanıyor ve binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor.Bu kadar büyük bir trafiğin altından kalkabilmek kolay iş değil tabii.Bunun için çok sayıda admin çalışıyor, sunucular için binlerce lira bedel ödeniyor olmalı.Ama biraz girip çıkan,kurcalayan insanlar,bu çarkın nasıl döndürüldüğünü anlamakta gecikmez.Bobiler örg,kendi çapında hiç bir sitenin ya da portalin alamayacağı kadar reklam alıyor.Muazzam reklam geliri olduğunu ve bu siteyi işletenlerin de reklamcılar olduğunu düşünüyorum.Belki finanse ettikleri bir reklam şirketleri de vardır...

Zenginin malı züğürdün çenesini yorar derler ya...Benim gözüm yok,umurumda da değil ne kadar kazandıkları.Fakat buradan indirdiğim resimleri facebooktaki sayfamda yayınladığım halde kaynak göstermiyorum.Hatta bobiler.örg logosunu photoshopta temizledikten sonra yayımlıyorum.Buna çalma mı dersiniz ne derseniz deyin,umurumda değil.Çünkü çok haklı bir nedenim var.Bu siteye ziyaretçi göndermek istemediğim için bu şekilde davranıyorum. Kaynak göstermek istemememin nedeni bobiler.org'de aşırı bir şekilde reklam bulunması,kelimenin tam anlamıyla bir "spam" ve reklam çöplüğü olması.Alanen reklamlardan bahsetmiyorum,gizli reklamlar var,güya amatörler tarafından yapılmış "monteler" gibi gözüken oysa aslında reklam olan sinsi spamlar...Merak edeniniz varsa "salak reklamlarla dalga geçmece" adlı konuyu tıklayıp "montelere" göz atsın.Yüzlerce firmanın yüzlerce reklamını görecekler.Elbetteki bunlar amatör işler sanıldığı için maliyeciler falan da olayı bilmiyorlar..Sadece bu konuya değil,detaylı bir araştırma ile yarım saat içinde en az 300 tane gizli reklam ve spama rastlamak mümkün...Bu reklamlar o kadar sinsi ki,bu spam çöplüğüne ziyaretçi göndermek istemediğim için kaynak göstermiyorum.Fakat çokça ziyaret edip bu sitenin "montelerini" kullanmamın nedeni,burada zaman zaman şaşırtıcı yaratıcılık örneklerine ve mizaha rastlamam.Çoğunlukla 12-16 yaş grubundan olduğunu tahmin ettiğim yeni yetme genç insanlar bunlar(yorumlardaki üsluplarından belli oluyor yaşları!)..Tabi her zaman zeki ve yaratıcı olamıyorlar,çoğunlukla saçmalıyorlar...Ama o yaştaki genç insanları anlayışla karşılamak lazım.Onların eksikliği,kendilerine yol gösterebilecek ağabeylerinin olmaması.Bobiler örg yöneticilerinden bunu (yol göstericiliği) beklememek lazım.Çünkü onlar, ceplerini doldurmaktan ziyade pek bir şeyi umursamayan tuzu kurular...Yol gösterici derken bir zamanların Oğuz Aral'ı gibi birinden söz ediyorum.Bugünkü köklü popüler mizah geleneğinin mirası Oğuz Aral'a aittir.Onun sayesinde idi o mizah dergilerinde güçlü sol ve demokrat duruş.Bugünün mizah dergilerinde ırkçılığa,cinsiyetçiliğe,nefret söylemine pek rastlamıyorsak,bu Oğuz Aral'ın gençleri yetiştirme konusundaki ısrarlı tutum ve çabası sayesinde mümkün oldu.Diyeceğim o ki,Gülmece bir kültür işidir.Gülmece sırtını demokrat,muhalif,sol geleneğe dayamıyorsa,doğası gereği kolayca ırkçılığa,cinsiyetçiliğe,şiddet ve nefret söylemine savrulabilir..Bunun nedeni çok açık :Gülmeyi,farklı olanı dışlamak için onunla alay ederek öğreniriz...Gülme,kesinlikle masum bir eylem değildir.Hayvansılktan,vahşilikten,linç etme dürtüsünden beslenir.Ancak terbiye edilirse muhalif bir tavrın aracı olabilir...

Şimdi yukarıdaki bobiler örg'den aldığım "ağlama duvarı" konulu monteye göz atalım.Yahudilerin kutsal saydığı bir şeyle iğrenç bir şekilde alay ediyor ve bir de üstelik hepsini topyekün "gaylere" benzeterek hem yahudileri,hem de eşcinselleri aşağılamış oluyor...Irkçılık,nefret,anti semitizm,cinsiyetçilik ne ararsan var...Hem de en hoyrat üslupla!...Muhtemelen bunu yaşı küçük bir yeni yetme yapmştır..Üstelik büyük bir olasılıkla kendini emperyalist yahudi devletine karşı mazlum filistin halkının saflarında gören biridir.Bu genç insanlar,kültür dediğim o şeyden beslenmedikleri için,yol göstericiye sahip olmadıkları için,bu şekilde düşünüp etliyi sütlüye karıştırmaları normal.Elbette siyonist israil devleti,bugünkü haliyle insanlık için büyük bir tehdittir ve yaptığı kırımlar nedeniyle büyük bir nefret uyandırması son derece doğaldır...Ama gerçek bir eleştirel duruş,hakiki bir mizah,onları mahkum edeyim derken böylesi bir ırkçılığa,böylesi bir ilkel nefret söylemine kucak açmaz..

1.ödülü

   

Gerçek mizah için örnek vermek gerekirse,Ahmet Öztürk Levent’in yukarıdaki ödüllü karikatürüne göz atmanın tam zamanı...Burada da konu "ağlama duvarı".Üstteki İsrail askerleri filistinlileri katlederken alttaki hacılar aynı duvarı ağlamak için kullanıyorlar.Kendi vahşetleri,düşmanlarından aşağı kalmadığı halde yine de kendilerini mağdur gibi göstermelerindeki büyük çelişkiyi nasıl çarpıcı bir şekilde ortaya koymuş sanatcı,haksız mıyım?Elbette yazının başındaki yeni yetmeden bu denli büyük bilinç ve bu derece etkileyici anlatım beklemek haksızlık olacak.Ama şu da bir gerçek :Birileri gerçek sanatı savunmadıkça böyle akıl yoksunu işler ortalığı kaplıyor.Bunun da adı kültürsüzleşmedir,yozlaşmadır...
Bobiler.örg'de ırkçılık,cinsiyetçilik ve nefret söylemi ve iğrençlik konusunda daha çok fikir edinmek için "ağlama duvarı" adlı konuya göz atınız :http://www.bobiler.org/k.asp?id=3965

4 Ocak 2011 Salı

Bahadır Baruter ve Saltanat Böcekleri...




Aslında "web böcekleri nedir?" diye bir başlık atacaktım bu yazıya.Fakat bu yazının konusu virüs ve benzeri zararlı yazılımlar değil(ki bilgisayar virüsleri içinde web böcekleri adında bir kategori var...)Karikatürist Bahadır Baruter'in resimlediği,internet üzerinden pazarlanan iskambil kağıtları..Osmanlı saray erkanını böcek ve haşeret biçiminde çizmiş.İçlerinde lalalar,paşalar,sadrazam ve padişahlar var..Bahadır Baruter,aklına gelen bu fikri eskizlere dönüştürünce ortaya çıkan figürler karşısında büyülendiğini söylüyor.Şunları söylemiş Baruter çizimleri için :


"Birbirine taban tabana zıt iki imgenin zihinlerimizdeki katılaşmış izlenimlerini sorgulatmak istemiş olabilirim. Görkemli, kudretli ve ilelebet baki olması düşünülen yüce ‘saltanat’ imgesiyle, önemsiz, küçük, zayıf ve kısa ömürlü bir varlık imgesiyle özdeşleştirdiğimiz ‘haşarat’ın ezberlerimizdeki konumlarını birbirine kırdırmak diyebiliriz."



Ama bu iskambil destesinin internet üzerinden tanıtımı başlayınca çizer için umulmadık tepkiler patlak vermiş.En ağır hakaretlerin bininin bir para olduğu bir linç ortamı oluşmuş."Senin ananı, bacını böcek yapsalar iyi mi olur?" şeklinde örneklenecek hakaretler,belki ürkütücü boyutlara varmasa tam da onun lombakta çizdiği
"sevgi ya da nefrette sınır tanımayan" absürd tiplerinin tipik davranışlarını andıran,tam Bahadır Baruterlik bir manzara" diyebileceğimiz bir ortam oluşmuş.Belki de bu nedenle çizer,ilk anda reddetmek istememiş bu tepkileri.Bu karalama kampanyasının karşısında olumlayan eleştirilerin bir arada bulunmasını istemiş.Fakat bu linç kalabalığına arada bir "yapmayın etmeyin,abartmayın ayıptır" gibi aklıselim tepkiler verenlere karşı ezme,boğma ve linç etme kampanyası başlatıyorlarmış anında.Durum öyle vahim bir hal almış olmalı ki,olumlu ve olumsuz bütün yorumları silmek zorunda kalmışlar.Bahadır Baruter,bu tepkilerden çok ürkmüş besbelli.Daha önce karikatürcülere karşı toplumda belli bir hoşgörünün mevcut olduğunu sandığını,ama aslında karikatürcüler de dahil sanatçıların,etrafı cehennem alevleri ile çevrili bir sırça köşkte yaşadıklarını anladığını itiraf ediyor,toplumda varlığına inandığı hoşgörünün asla mevcut bulunmadığını söylüyor...

Bu garip hadisede düşündürücü çok şey var.İlki bu aşırı tepkici güruh,Bahadır Baruter'in karikatürlerini takip etmiyor besbelli.Etselerdi,Baruter'in Osmanlılarla ilgili pek öyle sorunu olmadığını da bilmeleri gerekirdi.Ben kendi adıma,şimdiye kadar onun çizimlerinde Osmanlı düşmanlığı anlamına gelebilecek bir olguya rastlamış değilim.İlk olarak bu linç güruhunun "çuvalladığı" husus bu.Kendileri gibi Osmanlı simalarını aziz mertebesinde görmeyen herkesi Osmanlı düşmanı sanıyorlar..Daha doğrusu Osmanlılar söz konusu olunca aşırı sevgi/tapınma ve nefret/düşmanlık gibi iki patolojik tutum dışında her hangi bir tutumun mümkün olmasını istemiyorlar...Bahadır Baruter'i yeterince uzun bir zamandır takip edenler,çizerin her hangi bir düşünce fikir ya da akımın yanında açıkça saf tutmadığını bilirler.Elbette o,siyasal içerikli karikatürler de çiziyor,ama onu belli bir siyasal akımın sözcüsü saymak imkansız.Böyle iken yazarın maruz kaldığı bu bu aşırı tepkiler,bu ülkede çoğunluğun aydınlara karşı tutumunu çok açık ve net bir şekilde belgeliyor.Hrant Dink gibi belli bir fikrin ödünsüzce arkasında duran aydınların ödemek zorunda olduğu bedeli gözler önüne seriyor.Nasıl Baruter,aslında hiç kastetmediği bir şeyle,Osmanlı düşmanlığı ile itham ediliyorsa,Hrant Dink'de onun düşüncesini ve mücadelesini tanımayan "yüksek hakimler"
tarafından asla kastetmediği bir şey nedeniyle mahkum edilmişti.Hrant Dink'in Türklere karşı nefret dolu yazılar yazdığı gerekçesi ile cezalandırmış ve onun katline giden yola kırmızı halılar döşemişlerdi...

Aslında sorgulanması gereken bir başka husus daha var ki,Baruter özellikle bu noktaya dikkat çekiyor.Baruter'in böceklerden nefret ettiğini sanıyorlar...Belki de böceklerden nefret ve tiksintiyi son derece doğal bir şey sanıyorlar.Oysa Baruter'in de söylediği gibi,böcekler son derece ilginç varlıklar.Doğanın düzeni ve yaşamın sürekliliği için yadsınamaz bir öneme sahipler.Öte yandan Baruter'in dediği gibi" hiçbir böcek türünün kurbanlarının kadınlarına tecavüz etmediği ve çocuklarını diri diri gömmediği ve düşmanlarına zevk için işkence etmediği bir dünyada insanoğlu tüm bunları büyük bir vicdan rahatlığıyla yapabilen bir varlık olarak çok daha tiksinçtir diye düşünüyorum. Savaşlarda birbirimize yaptıklarımızı hatırlayalım, en zehirli böcekten çok daha ölümcül değil mi bizim bombalarımızın zehiri.""Bence" diyor çizer"insanoğlunun böceklere olan düşmanlığının kökeninde bir gün öldüğünde onlar tarafından yenilecek olduğunun bilgisi ve korkusu yatıyor."

Aslında ciddi iddialarla değil,mütevazi amaçlarla çizilmiş bu ilginç ve güzel resimlerin yaratıcısının hiç hesaplamadığı infial yüzünden yorum ve eleştiriye kapatılması,haşere meselesi konusunda yeniden düşünmemize neden oluyor..Bir şeyi tartışmak için olması gereken en asgari saygı ortamını yok ederek,fikir özgürlüğü dediğimiz şeyi bizzat kendi kendilerine yasak etmiş olmuyorlar mı?Bütün tolerans sınırlarını darmadağın ederek kendi kendilerini susturmuş olmaları durumu,onları bir böcek ilacı ile ortadan kaldırılmış haşerelere benzetmiyor mu?Bu kesinlikle tam da Fatih Solmaz/Bahadır Baruter'lik bir durum!..

18 Ekim 2010 Pazartesi

METİN ÜSTÜNDAĞ:BİR “MEDDAH-ÇİZER”



Metin Üstündağ,yılların emektar çizeri.1980’li yıllarda Gırgır dergisinde önce bir amatör,sonra bir profesyonel karikatürcü olarak hatırlıyorum onu.Ta başından beri oldukça sade,işlevsel çizimleri vardı ve bu yapı,yıllar içinde çok az değişti.Fazla zorlama yapılmaksızın elde edilmiş figürler.Hoppa bir Disney animasyonundan değil ,bir kabareden alınmışa benzeyen kadınlar,erkekler…Ancak son derece komikler…Komik olmak için kendilerini zorlamasalar da,çok komikler…Belki de içlerinden geldiği gibi yaşayamadıkları doğalarını içlerinden geldiği gibi dışa vurdukları için.Lemanda başlayıp Penguende devam ettirdiği “Pazar Sevişgenleri” sayfasında,çıplaklık ve erotizmden daha çok, türlü acayip dertleri olan insanları çizdi Metin Üstündağ.Kadınlar ve erkekler ,türlü türlü komplekslerini,çelişkilerini,açmazlarını,saplantı ve bunalımlarını bir hastalıktan çok dünyanın en doğal şeyi gibi ilişkilerine dahil ettiler Pazar sevişgenlerinde..Dile getirdikleri dertlerinbüyük çoğunluğu son derece gülünç,ciddiye alınması imkansız türdendi..Sahici dertlerden çok baskılanmış libidoların özgeçmişini dışa vuruyorlardı.Entellerden varoşlarin kıyıda köşede kalmış insanlarına kadar her türden insan vardı Pazar sevişgenlerinde.Tek ortak özellikleri İstanbul’da yaşamak gibi görünen bu adamcık ve kadıncıkların o türlü türlü acayip hallerine bakıp,işte bunlar Türk toplumunun resmi bile denilebilirdi rahatlıkla…
“Laik” karikatüründe Metin Üstündağ mizahçılığının bazı tipik özellikleri ile karşılaşıyoruz.Bunlardan ilki,esprinin çizimden çok söze dayanması.Çizimler olmasa bile sözler başlı başına bir anlam ifade ediyorlar.Bu sözleri bir grafiti olarak ya da twitter yazışmasında kullanmak anlamda hiçbir eksilmeye yol açmaz.Biliyoruz ki Metin Üstündağ ,yalnızca bir karikatürcü değil söz ustası aynı zamanda.Yayımlanmış çok sayıda sözlü kitapları ve şiirleri var.Metin Üstündağ,zamanında Oğuz Aral’ın çok karşı çıkıp genç karikatürcülere yasak ettiği “konuşmaya dayalı karikatürler” çiziyor.Yani çizgiler olmasa da konuşma balonlarının başlı başına bir anlam ifade ettiği karikatürler.Fakat Ahmet Yılmaz ya da Bahadır Boysal’ın karikatürlerinde olduğu gibi konuşmaya boğup çizimleri geri plana itecek kadar da değil.Aslında sözlü karikatürlere karşı olmayıp söz ile çizgi arasındaki dengenin korunması ve işlevsel olarak söz ve konuşmanın birbirini tamamlamasını tavizsiz bir şekilde savunan Oğuz Aral’ın karşı çıkmasına rağmen ,popüler Türk karikatürcülüğü çizgiden çok söze dayalı hale geldi yıllar içinde..Bu dönüşümün,bizdeki meddah geleneği ile bağlantısı var elbette.Bir de çok fazla derdi olup bu dertleri pratikte çözemeyişimiz ile de alakalı olduğunu sanıyorum.Çeneye vuruyoruz,ama çözüm bulmak yerine gevezelik yapmakla yetiniyoruz.Metin Üstündağ’ın bu karikatüründe olduğu
gibi..Kadın,yan taraftaki takkeli tespihli adamla başörtülü kadından birinin yanına oturmazsa kendisinde sıkıntı yaratan insanlardan kurtulabileceğini sanıyor.Metin Üstündağ ,İşin komik tarafını,sözümona çağdaşlaşan ülkemizde haremlik selamlık geleneğinin laik- anti laik kisvesi ile yeniden üretmesini gösteriyor.Üstat taraf olmaktan ziyade mesafeli bir yaklaşımla olaydan bir “durum komikliği” yakalamış.Bu saflaşmanın kendiliğinden komik olduğunu,belli bir kesime sırtını dönerek yaşamanın imkansızlığını göstermek istiyor belki de.Doğu ile batı arasında bir köprü değil de ancak bir “mayınlı saha” olabilen ülkemizde,sonu asla gelmeyecek ama yine de bir çözüm bulunamayacak tartışma,”laiklik” tartışması,Metin Üstündağ’ın penceresinden böyle görünüyor…

BAHADIR BARUTER HAKKINDA YAZIMIZI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ